Dr. Aydemir Yalman’ın Anısına

Ana sayfa » Liderlik » Dr. Aydemir Yalman’ın Anısına
posted in Liderlik, Sağlık
with 3 comments
tags

Göztepe Eğitim Hastanesi’nin ameliyathanesinde enerjik, çağdaş anestezi bilgisiyle donanmış, deneyimli bir anestezist olarak göreve başladığında 1988 sonbaharıydı. Aydemir abi güçlü kişiliği, kolay iletişim kuran yapısıyla kemikleşmiş yapıya kendini çabucak kabul ettirdi.

Hastanede somut olarak ne fark yarattı diye düşündüğümde uzunca bir liste sayabilirim ama ben listenin başına şunu koyarım: Kendi hastanemizde yakınlarımıza iç rahatlığıyla anestezi verdirebildik. Yani, cerrahi-anestezi ekiplerine güven arttı. Bir hekim hastanesine bundan daha fazla katkı yapabilir mi?

Uzmanlık eğitimi yaptığım branş genel cerrahi olunca, hayatımın bir ksımı ameliyathanede geçti dersem yalan olmaz. Aydemir abiyle ameliyathanede, nöbetlerde, hastane dışında yoğun olarak birlikte çalıştım ve görüştüm. Zeki, esprili, koyu Fenerbahçeli, babacan, çokça okuyan, dost canlısı, şahane kahkahası olan bir insandı. Canımı sıkan tek özelliği büyük bir aşkla bağlı olduğu sigara tiryakiliğiydi. Bağımlılığı hakkında bir fikir vermesi açısından; bıyıklarının rengi dönenlerdendi.

Hastalığını onun telefonuyla öğrendim. Hastane seçimi için fikrimi almak istemişti, daha sonra evine daha yakın olan başka bir hastaneyi tercih ettiğini bildirecek kadar da zarifti. Arada sürekli haberlerini aldım dostlardan. Sonra yine Aydemir abinin telefonu geldi, sanırım geçtiğimiz Ocak ayının sonundaydı. Tedavinin sonuçları arzu edildiği gibi gitmemişti, sesi biraz gergin gelmekle birlikte gayet kontrollüydü. Bizden ricasını memnuniyetle yerine getirdik. Zerafetini yine gösterdi, teşekkür telefonu geldi.

Son görüşmemizin üzerinden bir ay geçmeden, hastaneye yatırıldığından haberdar olmadan gelen haber çok kötüydü, iç acıtıcıydı. Aydemir abinin ölebileceğini düşünememiş miydim, düşünmek mi istememiştim bilmiyorum.

Dr. Aydemir Yalman hayatına mal olan hastalığında da sıradışı bir iş yaptı ve masanın diğer tarafındaki tatsız tecrübesini hepimizle paylaştı. Kanser hastasının psikolojisini çarpıcı bir dille kaleme alan ve hekim camiasını da sarsan unutulmaz mektubunu yayınlamak sevgili Aydemir abime borcumdur.

Huzur içinde yatsın.

Dr. Hasan Kuş

BİR DOKTOR KANSER OLURSA

Endoskopik olarak yapılan dördüncü nazal polipektomi ameliyatımdan sonra KBB doktorum arayarak patolojiden bildirilen sonucun iyi olmadığını, konunun önemli olduğunu ve daha iyi bir patoloji laboratuvarında! tekrar değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Ben olayın şokunu atlatamadan, kliniğimizin uzmanları hemen parçaları çok iyi bilinen bir patoloji laboratuvarına götürmüşlerdi bile. Olası iyi bir sonuç beklentisi ile geçen üç günün sonunda e-posta ile gelen patoloji raporu gerçeği yüzüme çarptı: Sol nazal kavitede invaziv skuamöz hücreli karsinom; orta derecede diferansiye.

Önce klinikten uzaklaşıp bir kafeye gittim tek başıma. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım uzun bir süre. Beynimin içinde uğuldayan “bu andan sonrası yok” düşüncesi sağlıklı karar vermemi engelliyor ve gözümün önüne sürekli olarak bugüne kadar yaşadığım hayat geliyordu. Kırk yıllık hekimdim. Anatomi, patolojik anatomi okumuştum ve oradan edindiğim bilgiler sonumun pek hayırlı olmayacağını söylüyordu.

Soru: Bir doktor olarak ben bu kadar yıkıldıysam, normal bir vatandaş böyle bir tanı ile yüzyüze geldiğinde neler yaşar acaba?

Doktorluk refleksi ile hemen ağ ortamına girip bu konudaki bilgileri araştırmaya başladım. Tüylerim diken diken olarak okuduğum pek çok yazıdan özetlediğim bilgiler şöyle: “Sinonazal tümörler tüm habis tümörlerin % 1’den azını oluştururlarmış. Bu habis tümörlerin % 70-80’i skuamöz hücreli karsinom olup kaynaklandığı yer de, sıklık sırasiyle maksiller sinüs (% 50-70), nazal kavite (% 15-30) ve etmoid sinüsler (% 10-20) imiş. Skuamöz hücreli karsinomların tedavisinde cerrahi spektrum basit endoskopik eksizyondan orbital ekzantarasyon, radikal maksillektomi ve kraniyofasiyal rezeksiyona kadar uzanıyor. Cerrahinin tipi tümörün yayılımına ve tutulan yapılara göre belirleniyor. Tedavide, radyoterapi cerrahiden önce de sonra da uygulanabiliyor. Sıralamada bazı değişiklikler olsa da radyoterapi + cerrahiyi içeren kombine tedavi en iyi sağkalımı sağlıyor. Skuamöz hücreli karsinomlarda kemoterapinin yerinin tartışmalı olduğu söyleniyor. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kullanımına rağmen sonuçlar, özellikle de ilerlemiş lezyonlarda yüz güldürücü sonuç vermiyormuş. Bir yazara göre, 1980’den 2003 yılına kadar yirmiden fazla hastayı kapsayan serilere bakıldığında, radyoterapi için 5 yıllık sağkalım % 0-39 (ortalama % 23), cerrahi + radyoterapi için sağkalım % 35-64 (ortalama % 44) olarak bulunmuş. Ancak, geç tanı hastalarda tedavilerin başarı oranını düşürmektedir.”

Ben bu ruhsal fırtınaları yaşarken klinik arkadaşlarım İstanbul’un büyük üniversite hastanelerinden birindeki KBB onkolojisi ile uğraşan bir doktordan randevu almışlar bile. MRG tetkiki yaptırıp doktora gittim. Doktorum filmlere baktı, kısaca endoskop ile muayene etti, ameliyat olmam gerektiğini ve ertesi günü beni tümör konseyine çıkaracağını söyledi. Ertesi günü konseyin yapıldığı yere gittiğimde bir kez daha yıkıldım. Kapıda sıra bekleyenler ya trakeostomili ya ağzı-burnu ameliyatlı ya da felçli ve bedbin yüzlü insanlardı. İçeri çağrıldığımda orada bulunan hiç bir doktor bırakın geçmiş olsun demeyi, yüzüme dahi bakmadı. Doktorum filmleri negatoskopa yerleştirdi, herkes büyük bir dikkatle onları izledi ve ameliyatın ne derece radikal yapılacağı konusunda karar verdiler. En son olarak da radyasyon onkoloğu olduğunu sandığım hoca, o bölgeye radyasyon verebileceğini, ama gözün zarar görme şansının yüksek olduğunu söyledi. Hakkımda bu kararlar alınıp, elime anestezi muayene kağıdı tutuşturulana kadar donmuş bir şekilde olanları izliyordum. Son bir gayretle kuruyan boğazımdan hırıltı şeklinde çıkan sesle doktoruma bu radikal girişimin 5 yıllık sağkalıma ne kadar etkisi olabileceğini sordum. Filmlerimi elime sıkıştırıp, diğer hastayı çağırırken yaklaşık % 40-45 dedi.

Soru: Bırakın kanser olmasını, her hangi bir hastaya yukarıda belirttiğim şekilde davranıldığında o kişinin neler hissettiğini düşünen kaç doktor vardır?

Patoloji raporumu aldıktan sonraki dört gün içinde yaşadıklarımı kısaca özetlemeye çalıştım. Zaten başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak ne kadar değersiz olduğumu düşünüyordum. Oysa onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?

Ertesi gün, büyük özel bir sağlık kuruluşunda KBB onkolojisi ile uğraşan bir diğer doktora muayeneye gittim. KBB doktoru ve radyasyon onkoloğu yapabileceklerini ve olası sonuçlarını etraflıca anlattılar. Bana seçenekler sundular, hangi tedavinin ne gibi etkileri olabileceğini, başarının olabileceğini de olamayabileceğini de açık açık izah ettiler. Sonuçta, 33 seans radyoterapi ve adjuvan tedavi olarak da 6 seans kemoterapi uygulanmasına birlikte karar verdik. Altını çizerek söylüyorum; ne şekilde tedavi alacağım kararına ben de katıldım. Yani, kaderim yine benim ellerimde idi ve kendim için verilen karar benim de katıldığım bir karardı. Onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu sözü gerçekleşmişti nihayet.

Soru: Sağlık sektöründe kurumlar arasındaki farkın siyahla beyaz arasındaki kadar keskin olduğunu herkes biliyor, ama doktorlar arasındaki farkın da bu kadar keskin olduğunu kaç kişi biliyor?

Uzun, upuzun bir tedavi süreci. Radyoterapi, masum gibi görünse de, insanı oldukça yoran, bazı duyularını ortadan kaldıran oldukça zor bir tedavi. Haftada bir kez verilen o hafif denen kemoterapi insanı üç gün elden ayaktan düşürüyor. İştah bozuluyor, sürekli bir bulantı, ağızda tat yokluğu vs. Bunların yanında, kan değerlerinin düşmemesi için iyi beslenmek de gerekiyor. Tam bir paradoks. Tüm bunlara dayanabilmeyi sağlayan bir tek güç var: Umut! Bu yan etkiler geçecek, tümör de gidecek, iyi olacağım… Bu arada tribündekilerin tezahüratlarını unutmamak gerekir. Arayan tüm yakınlarım, dostlarım güçlü olduğumu, iyi bir insan olduğumu ve Allah’ın izniyle bu illeti yeneceğimi söylüyorlardı sürekli olarak. Doğaldır ki bu insanlar başka ne diyebilirler?

Soru: Hastaya, hele de bir kanser hastasına, üstüne üstlük doktor olan bir kanser hastasına nasıl geçmiş olsun diyebileceğinizi hiç düşündünüz mü?

Yüreklendirmeye çalışan tezahüratlar, tedaviler, umut ve moral motivasyonu artırmak için gösterilen çabalar… Somatik olarak savaş veren, yıpranan vücut ile uğraşılıyor hep kanser tedavilerinde. İnsan yapısının sadece somatik bir yapı olmadığını, bir beyni, çeşitli duyuları, kısacası bir ruhu olduğu hep gözardı ediliyor. Yaşanan savaş çok ilginç; tedavi-bedensel yıkıntı, iyileşme umudu-başarısızlık korkusu, motivasyon arzusu-güçsüz, saçsız adama acıyarak bakan gözler, yürürken dengesizlik, ellerde uyuşukluk, ağızda mukozit, ishal veya kabızlık, vs., vs.

Soru: Tüm bu somatik yaşanmışlıkların duyuları nasıl etkilediğini, beyni ne kadar zorladığını, o kişiyi ruhen ne derece yaraladığını, kanser hastalarına mutlaka psikoterapi uygulanması gerektiğini, hatta daha ileri süreçlerde psikiyatrik yardım da verilmesinin uygun olacağını düşünen kaç onkolog vardır acaba?

İlk tedavim biraz iyileşme sağlasa da tam başarılı olmadı. Ardından beş seans “CyberKnife” denen daha güçlü ve daha lokalize etki edebilen bir tedavi aldım. Kısaca CyberKnife, tüm vücutta milimetreden daha hassas doğrulukla kanser tedavisi yapmak için tasarlanmış dünyadaki ilk ve tek robotik radyocerrahi sistemi olarak biliniyor. Bu sistem sayesinde radyasyon demetleri odaksal olarak kullanılarak, beyin ve vücuttaki kanserli bölgeler yüksek dozlarla tedavi edilebiliyor.

Sonuç yine beklenenden uzaktı. Bir yıl geçmişti ve ben yine aynı yerde, aynı endişelerle ve daha da yıpranmış bir vücut ve ruhla kemoterapi tedavisi alacağımı öğrendim. Kızdığımı belli etmiyordum ama, artık tezahüratlar da inandırıcılığını kaybetmiş, hatta bazen de sinirlendirmeye başlamıştı. Umutlar tükeniyor, beklentiler sonuçlanmıyordu bir türlü ve hala hiç kimse duygularımın, ruhumun ne halde olduğunu sormuyordu.

Yirmibir gün arayla 6 seans üçlü (cisplatin+taksotel +5FLU) kemoterapiye başladık. Bu kemoterapi denen bence sözde tedavi, insanı insanlığından çıkarıyor. Dostlarınız yalnızca yataklar ve yastıklar oluyor, onlardan uzaklaşamıyorsunuz, hep yatmak hep uyumak istiyorsunuz. Bu savaşta da yukarıda saydıklarımı misli ile yaşadım. İlave olarak beşinci seanstan sonra DVT (derin ven trombozu) oldum, altıncı seanstan sonra da pulmoner emboli geçirip dört gün yoğun bakımda yattım. Bu arada, hala hiç kimse duygularımın, ruhumun ne halde olduğunu sormuyor. O PET (pozitron emisyon tomografi) denen sevimsiz tetkik yine yapıldı ve sonuç hala başlangıç noktasındaki durumum. Tümör konseyi yine toplandı, artık tıbben yapacak bir şey olmadığı, radikal bir cerrahi ile belki sağkalımda % 5’lik bir artış olabileceği, buna karşılık yaşam kalitemin çok düşeceği söylendi. Seçim bana aitti, ailem bile kararı bana bıraktı. Ben de kararımı verdim; gittiği yere kadar savaşacaktım.

İşte burada şans yüzüme güldü Prof. Dr. bir sınıf arkadaşım yaşadıklarımın travması ve bundan sonra yaşayacaklarım için psikolojik destek isteyip istemediğimi sordu. Hemen kabul ettim ve üç aydır haftada bir gün ilgi alanı kanser hastalarına psikoterapi olan psikoloğumdan destek alıyorum. Ne kadar rahat ve güçlü olduğumu anlatamam, Cumartesi gününün gelmesini dört gözle bekliyorum hafta boyunca. Her şeyimi anlatabiliyorum, bazen ailemi de seanslara dahil ediyor…

Halen zorluklarla boğuşuyorum, korkularım oluyor, ağrılarım oluyor, umutlanıyorum ardından yıkılıyorum, sosyal hayattan uzaklaştım. Son üç aydır psikoloğuma yaslanarak yaşadığım bu zorlu süreç bana çok önemli şeyler öğretti. Özetleyecek olursam;

1. Bir hekimin önce bir hasta olarak bir doktora başvurmasını, sonra da hasta yakını olarak hastanede bulunmasının önemini bir kez daha anladım. Böylece yapılan davranış hatalarını yaşayarak gözlemleyebilir.

2. Bir hekimin hastasına, hele de kanser hastasına daha duyarlı yaklaşması gerektiğine inandım.

3. Her hastanın bir birey, bir insan olduğunun asla unutulmaması, en azından kendisiyle konuşurken yüzüne bakılması ve yazılı onam için yapılan bilgilendirmelerin gerçek anlamına uygun yapılması gerektiğine inandım. Çünkü, doktor olmama rağmen kemoterapinin yapacakları açık açık anlatılmadığı için ilk tedaviden sonra panik atak geçirdim.

4. Başta kanser hastaları olmak üzere, eğer mümkünse tüm hastalara psikolojik destek sağlanmasının çok önemli olduğunu anladım. Basit bir örnek verecek olursam; yazmaya başladığımda yaşadığım olayları tekrar hatırlamak beni çok rahatsız etti. Ama psikoloğum bunu yapabileceğimi defalarca söyleyerek beni yüreklendirdi ve sizlerle hastalık sürecimi paylaşabildim.

 

Dr. Aydemir Yalman,

3 Yorum var
  1. Ece Çalışan gönderildi
    14 Ağustos 2012 at 15:01

    Bir solukta okudum Dr. Aydemir Yalman’ın mektubunu. Kendimi okurken o kadar kasmışım ki şu anda bacaklarımda ağrı var. Ne yazık ki insan hastalanınca doktor veya sıradan insan fark etmiyor, hastanelerin ve doktorların acımasız, duygusuz tavırlarıyla baş başa kalınıyor. Hastasını kendi çocuğuymuş gibi benimseyen, önemseyen, endişe eden ve gerçekten çabalayan pırlanta gibi doktorlarda var ama o kadar az ki… Umarım bu tip doktorların sayısı artar ve umarım Tıp Fakültesine girmek sadece matematik, fizik, kimya vb. sorularının tamamını çözmekle girilen bir akademi olmaktan çıkar, insanlar mühendis olup ne yapacaksın, doktor ol zengin olursun mantığından kurtulur. Bu mesleği yapanlar inşallah bir gün karşılarındaki insanında acı çeken, üzülen ve hasta psikolojisiyle hareket eden varlıklar olduğunu hatırlar.

    • Dr. Hasan Kuş gönderildi
      14 Ağustos 2012 at 18:13

      Yorumunuz için teşekkür ederim. Hekimler ve iletişim konusu hep tartışmalı oldu. İyi haber; bu konudaki farkındalık her geçen gün artıyor ve daha da önemlisi, tıp eğitiminin bir parçası haline gelmesi için çalışmalar sürdürülüyor. Sevgili Aydemir abinin yaptığı gibi süreçte yaşadığı sıkıntıları “ben dili” ile paylaşan hastalarımızın da bu gelişimde paylarının olacağına inanıyorum. Ben iyimserim.

  2. Hasan kaya gönderildi
    08 Haziran 2014 at 11:36

    Öncelikle bu paylaşım için sayın Hasan Bey size teşekkürler
    Çok çarpıcı ve aynı zaman da paradoksal bir durumu bizlerin ilgi ve bilgisine sunan sayın Dr. Aydemir Yalman bey e Allah rahmet etsin, bir bilim insanı olan sayın Yalman yaşadıklarını anlatarak aynı zamanda insanlık ve gelecek kuşaklalara yönelik görevinide yerine getirmeye devam edtmektedir. Bir bilim insanınını ölümsüzleştiren evrensel durum bu olsa gerek.
    Sayın Yalman yaşadıklarından yola çıkarak mektubunun sonunda belirtiiği Dört ilke nin üzerinde durulması ayrıca önmelidir. Tıp eğitimi alınırken hasta-hekim ilişkisi üzerine anlatılanlar sayın Yalmanın yaşadığı pratiksel denemyimle bir bir yıkılmakta ve katı olanın buharlaştığı ana parmak basmaktadır. SayınYalman bir tıp bilim insanı olarak aynı zamanda bir hasta gözüyle de hekim-hasta ilişkisine farklı bir bakış getirerek bir paradigma değişiminin de temellerini atmıştır. Mekanın cennet olsun Sayın Yalman saygılarımla

    Hasan kaya


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.